15 Ocak 2011 Cumartesi

İran'da rejimin sonu yaklaşıyor mu?


Geçtiğimiz haziran ayında yapılan seçimlere hile karıştırılması üzerine başlayan ve rejim tarafından şiddetle bastırılan yığınsal protesto eylemleri, Şiilerin en önemli matem günü olan Aşure Günü’nde yeniden başlayarak hemen hemen bütün büyük şehirlere yayıldı. Öyle görünüyor ki geçtiğimiz Pazar günü meydana gelen olaylarda en az 15 kişinin devlet güçleri tarafından katledilmesi, İran’da diktatörlük ile halk arasında süregelen çatışmanın yeni bir aşamaya sıçramasına neden oldu.
Mir Hüseyin Musavi’nin cumhurbaşkanlığının hileyle engellenmesi üzerine Haziran ayında başlayan gösteriler sırasında “Oyum nerede?” sloganları atılırken, şimdiki gösterilerde sloganların radikalleşmesi dikkat çekiyor: Sokaklarda “Diktatöre ölüm!”, hatta “Hamaney’e ölüm!” sloganları yükseliyor. Bu da İran halkının, Musavi’nin aday olurken sistemin reforme edilmesi talebini aştığını gösteriyor. Musavi, Hatemi ve Karubi’nin başını çektiği muhalefet, sistemi reforme etmeyi amaçlarken, sokakta mücadele eden halk artık doğrudan sistemi hedef almaya başladı.
İran halkı, artık özgür seçimleri ve düşünce özgürlüğünü, kısacası insan hak ve özgürlüklerini esas alan başka bir cumhuriyet istiyor. 20 Aralık günü vefat eden ve rejim karşıtı hareketin dinî rehberi sayılan büyük Ayetullah Ali Muntazari de ölümünden birkaç gün önce, halkın isteklerinin artık cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iptalinden öteye geçtiğini dile getirmişti. Öyle ki ruhban sınıfından da, “iktidarın tanrı tarafından değil, halk tarafından verildiği” itirazları yükselmeye başladı.

Korkudan kaynaklanan uzlaşmazlık

Halen Düzenin Yararını Teşhis Konseyi Başkanlığı görevini yürüten, eski cumhurbaşkanlarından Rafsancani bile kısa süre önce Meşhed’de yaptığı bir konuşmada, “Eğer insanlar bizi istemiyorlarsa çekip gitmeliyiz” demişti. Usta bir oportunist olan Rafsancani’nin yanı sıra nüfuz sahibi diğer bir Ayetullah olan Yusuf Saneyi ve başka din adamları da muhalefetin saflarında şimdiden yerlerini aldı. Humeyni döneminde başsavcılık görevini yürütmüş olan Saneyi, din ve iktidarın aynı elde toplanmasının ne kadar zararlı olduğunu devrimden sonra anladığını ifade ediyor: “İktidar, her zaman yalana, hırsızlığa, baskıya ve ihanete dayanır. Oysa dini liderlik kutsaldır. Tam da bu yüzden ‘İnsanları inanmaya ve iyi olana teşvik edeceğim, ama aynı zamanda da yöneteceğim’ diyemez. Çünkü yönetmek, dümen çevirmeyi, üçkağıtçılığı ve başkalarını kandırmayı gerektirir. Yönetmek, zulmetmek demektir.”
Ayrıca rejimin şimdiye kadar güvenilir destekleyicileri olan İmam Amoli ve Ayetullah Makaram da kısa bir süre önce protesto amacıyla istifa ettiler. Amerika’da yaşayan İran uzmanı Abbas Milani, yönetim kademesinde bulunan birçok kişinin İran’da statükonun artık can verdiğini ve yeniden diriltilmesinin mümkün olmadığını söylüyor.
Buna rağmen dinî lider Ali Hamaney’in kendisine sadık yüz binlerce devrim muhafızı ve Besiç milisine sahip olduğunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Hamaney, hukuk sistemini de ‘güvenilir’ adamları sayesinde sıkı sıkıya elinde tutuyor. İstihbarat polisine Aşure Günü yaşananlardan sonra bir kez daha muhalefet önderlerinin en yakınındaki siyasi şahsiyetleri tutuklaması direktifini verdi. Bu da Hamaney’in eskiden olduğu gibi herhangi bir uzlaşmaya kesinlikle yanaşmayacağını gösteriyor.
Rejim, krizin aşılması için siyasi bir çözüm isteyen ılımlı muhafazakâr çevrelerin şimdiye dek bütün uzlaşma çabalarını da reddederek boşa çıkardı. Şimdi de Aşure Günü’nde kan dökerek, krizden siyasi çıkış yolunun bütün kapılarını kapatmış oldu. Bu durum, gelinen noktada krizin Ahmedinejad’ın istifa etmesiyle bile sona ermesi şansının artık kalmadığına işaret ediyor. Zaten Hamaney, içinde bulunulan durumda iktidarının temel yapı taşlarından sadece birini bile çekse, Ahmedinejad’la birlikte rejimin yıkıntılarının altında kalacağını gayet iyi biliyor. Bunun yarattığı korkudan dolayı, ikisi de reform çabalarına canla başla karşı çıkıyor. Bunda ne denli başarılı olacakları ise muhtemelen kısa süre içinde ortaya çıkacak.

İnternet çağının ilk devrimi

Son yaşanan gösteriler karşısında rejim, çıkışı olmayan bir ikilemle karşı karşıya bulunuyor olsa da, açık şiddet stratejisinde karar kıldığı gözleniyor. Rejimin korku salan devrim muhafızlarına ve güçlü askeri donanıma sahip 150 bin kişilik orduya sahip olması karşısında, direnen İran halkının zafere ulaşma şansının olup olmadığı sorusu ise, akıllara Şah’ın 500 bin kişilik ordusunun akıbetini getiriyor.
Devrimden sonra Şah’ın bir generali, İran ordusunun devrim sırasında güneşte eriyen kar gibi eridiğini söylemişti.
Ayrıca ideolojik eğitimden geçmiş olan paramiliter güçler arasında bile, “kardeşlerine karşı silah kullanmayı reddetme” eğilimlerinin baş gösterdiği biliniyor. İran polisi, Pazar günü meydana gelen kanlı gösteriler sırasında silah taşımadığını iddia ederek, ölenlerin sorumluluğunu almaktan kaçınmaya (!) çalıştı.
Haziran ayından bu yana 100’ün üzerinde ölü vermesine, 5000’e yakın insanın cezaevlerine atılmasına ve 6 kişi hakkında idam kararı verilmesine rağmen, rejimin göz korkutma çabaları tıpkı Şah rejiminin son döneminde olduğu gibi artık bir işe yaramıyor. İnterneti bir iktidar aracı olarak kullanan ikinci İran devrimi, muhtemelen internet çağının ilk devrimi olacak. Diktatörlüğün zulmünü en fazla hisseden toplumsal kesimi oluşturan İranlı kadınlar ise, yeşil devrimde anahtar rolü oynuyorlar. Direnişin en ön saflarında yer almalarına ve sokakta göğüs göğüse çarpışmalarda kitlelerin başını çekmelerine rağmen, kadınların siyasi temsil düzeyinde yoksun olmaları ise dikkat çekiyor.
Tamamen devlet kontrolündeki medya ise olan biteni önemsizmiş gibi göstermeye çabalıyor. Haberlerde dış düşmanların denetiminde kargaşalık çıkarmak isteyen küçük “grupçuklardan” bahsediliyor. Bazı gazeteler, “hainlerin” nihayet tutuklanıp cezalandırılması talebinde bulunuyor. Bahsi geçen “hainler”, tabii ki muhalefet liderleri Mir Hüseyin Musavi, Şeyh Mehdi Karubi ve eski cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’den başkası değil. Yine eski cumhurbaşkanı Rafsancani de bazı gazeteler tarafından halkı protestoya kışkırtmakla itham ediliyor.
Hasılıkelam baskı rejimi kendisine olan güvenini yitirmeye başladı ve otuz yıldır ilk defa sallanıyor. Diktatörlük ile halk arasındaki karşılıklı güç denemeleri, ülkede rejimin yıkılmasını birlikte getirecek bir devrime yol açabilecek denli keskinleşerek kritik bir döneme doğru evrildi. Şah’ın baskı rejiminin son dönemlerinden bu yana insanların içinde iktidar sahiplerine karşı ilk defa bu denli fazla bir öfke birikti. Endişe verici olan ise, zulme karşı boyun eğmez direnişiyle her seferinde bütün dünyaya örnek ve insanlığın saygısına mazhar olan İran halkının aynı otuz yıl önceki gibi kanlı bir hesaplaşmanın acılarını yeniden yaşaması ihtimalidir.

(3 Ocak 2010 tarihli Birgün gazetesinin Pazar ekinde yayımlanmıştır.)
http://www.birgun.net/sunday_index.php?news_code=1262520711&year=2010&month=01&day=03

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder